
Evet halkın başında dert çok.. Açlık, işsizlik, eğitimsizlik.. Hamdolsun kriz teğet geçti.. Son bir yılda 1 milyon 125 bin kişi işini kaybetti!. Son veriler işsizlik oranının %16'yı geçtiğini ve tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktığını gösteriyor. Bunu sadece son küresel krize bağlamak saflık olur. Zira yabancılara yapılan özelleştirmeler, uygulanan maliye politikaları zaten açlık ve işsizlik üretiyordu. Özel hastane ve okul sayısı patlarken, devlet kaynakları bunları yapmaya değil kömür ve erzak dağıtmaya harcanıyordu.

Dünya tarihi çok sayıda büyük organize terör gördü. Dünya savaşları bunlardan ilk akla gelenler. Ülkeleri sömürmek için yapılan işgal ve darbeleri de hemen hatırlayalım. Irak'ta "size özgürlük getirdik" yalanıyla 1 milyon 500 bin kişiyi öldürmek terör değilse nedir? Böyle yalan özgürlük olmaz olsun.. Devletlerin halklarına söyledikleri Büyük Yalanların haddi hesabı yok.



Bunları işimize geldiği kadar görerek, sessiz ve duyarsız kalarak onaylamış olmuyor muyuz? Bir zamanlar biz de yere düşene yardım etme kültürüne sahiptik, taa ki modern tüketim toplumlarında bir çarkın dişlisi olana kadar. Şimdi kendi başımıza bir şey gelmedikçe dünya yansa umurumuzda değil. Devletler arasında bir tür garip askeri ilişki var. İstedikleri zaman savaş çıkartıp, istedikleri zaman yine masada bitirebiliyorlar. Peki ya mekanik bir robot durumuna düşürülen, cephede savaşan insanlar.. Savaşın bittiği ilan edilen saate kadar ateş et, sonra da off düğmesine basılmış gibi dur. Ne kadar kolay değil mi? Savaş insanlık dışıdır. Vatan savunması elbette ki kutsaldır. Peki bu tehdidi doğuran nedir? Herkesin bireysel iş ve aş peşinde koştuğu bir dünyada, bu silahsız bireyler birleşip topyekün bir başka ülkeye saldırıya geçemezler ki.. Bunu kavramak çok zor mu?
Bir ülke komple yıkılıp halkı katlediliyor da, bunu yapan tarafın üst düzey yetkilisi (katliamdan sorumlu kişi olsa bile) geldiğinde hiç birşey olmamış gibi kendi ilişkilerimize ve işimize bakabiliyoruz. Bu korkunç birşey. Vahşi kapitalizmde kar ve tüketim eksenli, kollektif yaşamdan yoksun, bencil yaşantımızla zehirlediğimiz aklımızı tedavi edecek, manevi ihtiyacımızı giderecek "kutsallığı tartışılmaz", bireysel kurtuluş formülleri ve cennete çıkan yol haritaları dağıtan ilaç gibi din'lerimiz bile var.

Ruhumuzun derinliklerinde "onlar gibi olmadığımız için kendimizi şanslı saydığımız", o insanlara "acıdığımız" için duyduğumuz suçlululuk duygusundan kurtulmak amacıyla ..zedelere yardım kampanyaları yapıyoruz. Çevreyi kirletiyoruz diye sıkıntıya düşen ruhlarımızı kurtaracak "çakma çevreci" Greenpeace örgütü bile kurduk. Bu tatminden sonra artık iç huzuruyla katliamlara devam edebiliriz. Nelere seyirci kalıyoruz da başımız bile ağrımıyor!. İnsanlığın ar damarı çatlamış! hayat yalan olmuş!.

Yolda veya parkta tartıştığı silahsız insanları yasal mermisiyle çekip vurmak nedir? 1 Mayıs'ı kutlamaya Taksim'e gelen işçi sınıfına atılan gaz bombası ve vurulan cop nedir? Devletin kolluk gücü, halk'a karşı devlet örgütünü korur. O, devletin değil halkın koruyucu gücü olduğu gün, şüphesiz ki vatandaşa bakışı çok farklı olacaktır. Sorulduğunda kimlik gösterecek, yardımsever ve kibar davranacak, keyfe keder zor kullanmaktan kaçınacaktır. Çünkü onlar, vatandaşın ödediği vergilerle geçindirilmektedir. Akşam evine gittiğinde yediği ekmek, gündüz copladığı işçinin maaşından alınan vergiyle ödenmektedir. Bayram günü yürüyen işçiye afiyetle yakıcı gaz soluturken düşünmez ki, o adamın bunun üzerinde hakkı vardır. İşçi maaşından kesilen vergiyi ona helal etmediği zaman ailesine ve çocuklarına da haram yedirmiş olacaktır. Acaba bir an olsun bunu düşünemez mi? Kendi insanına tazyikli ve boyalı su sıkan, bomba atan polisler nasıl vicdanında rahat olabiliyor?

1 Mayıs 2008'de Şişli'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) binası önünde yaşanan şiddetin anlamı ve amacı neydi? Yere düşene tüm gücüyle bir tekme daha atmak nedir? Gencecik, vatan aşkıyla yanan fidanların; Deniz'lerin idamı neydi? 12 Eylül CIA darbe cuntasının, anti amerikancı, ilerici aydınları imha operasyonu neydi? Emeryalizme karşı ülkesinin çıkarlarını savunan, işbirlikçilere "hayır bu yanlıştır, gaflettir, ihanettir" diyenlerin, "terörist bu" denilerek içeri atılıp susturulması nedir?

Hemen tüm devletlerde zorunlu olan "askerlik" ile icabında "yüzüne bakarak insan öldürmek" için gençler silah altına alınmaktadır. Savaşta veya barışta bu durum değişmez. Amerika mevcut asker sayısının yetmediği olağanüstü dönemlerde savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye götürmek istediği gençleri, basın ilanlarıyla "Seni ordu için istiyorum!!" diye parmakla göstererek çağırıyordu." Küreselleşen dünyada bugün silaha ve savaşa ayrılan mali kaynaklar halka harcansa;


Özetle Modern toplumda terör üretmek devletlerin tekelindedir. Başka hangi güç başı ağrımadan, sorumsuzca, atom bombası atarak yüz binleri öldürebilirdi ki? İnsanları kobay olarak kullanıp yeni silah teknolojileriyle kurban ediyorlar. Yeri geliyor, bir merminin, bir bombanın silah tekellerine getirdiği kar; kullanıldığı yerde canını aldığı insandan daha değerli oluyor.. Nasıl olsa insanın kıtlığı yok. Halklar orman gibi, aradan birkaç tane deviriyorsun, sonra yeniden büyüyor. Zamanla orası kapanıyor. Zaten zaman hep ileriye akıyor. Halkların hafızasını medya ve futbolla silmek öyle kolay ki. Bakın, İspanya'ya, faşist Franco: "Bu ülkeyi 40 yıl futbolla yönettim" demiştir. Takım tutmak da bir yalandır!
Teknik adam ve oyuncular (takım tutmayıp) her sene başka takımlara giderken, malı götürüken biz neden takım tutalım ki? Bazı şeyler kumar gibidir; kazanmak için hiç oynamamak gereklidir. Sevgili hocamız Gündüz Vassaf'ın dediği gibi: "Birbirlerine karşı oynadıklarını sandıklarımız aslında birleşmiş bize karşı oynuyorlar.." Büyük Yalanlar bu kadar net göz önündeyken, neden göremiyoruz?? Görmek için bakmak yetmiyor. Bilimciler nedenleri sorgulamadan ve doğayı gözlemlemeden ne öğrenebilir, neyi görebilirdi ki?

Halk bu zulümden kendini "terörist damgası yiyerek en ağır şekilde cezalandırılmadan, işkence tezgahlarından geçmeden" nasıl koruyacaktır? Tüm bunlara rağmen bizi inandırdıkları "özgürlük" de bir yalandır. Önümüze, bir bağ tutacak takım, bir avuç dinleyecek popçu ve bir düzine dedikodu programı yayınlayan TV atıyorlar.. Oysa halk olarak, ancak akvaryumun içinde yaşayan balıklar kadar özgürüz. Deniz'ler çoktan asıldı. Yoklar. Aydınlar bombayla havaya uçuruldu ve bin parçaya bölündü veya beyinleri kafataslarında açılan delikten akıtıldı.
Vuramadığımız aydınları da ölüm tehditleriyle çok sevdikleri ülkelerinden

1980 yılında bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınıp, işkenceyle katledilen Faruk Tuna'nın resmi ölüm gerekçesi "içtiği sütten zehirlenme" idi. Katillerin cezalandırılması için, 20 yıldan daha fazla hukuk mücadelesi veren babası, yapılan (araçla ezme gibi) akılalmaz ölüm tehditleri karşısında;, "Ben, oğlum öldüğü gün öldüm. Beni bir kere daha öldüremezsiniz" diyerek onurlu hukuk mücadelesinden vazgeçmeyecek, fakat dava, kesin bir sonuca ulaşamadan zamanaşımından düşürülecekti.
12 Eylül CIA güdümlü terörizminde, kendisi de idamla yargılanan şair Nevzat Çelik'in, (masum olduğu için firar etmeyi reddeden ve 22 yaşında asıldıktan yıllar sonra suçsuzluğu anlaşılacak) Necdet Adalı'ya hitaben yazdığı son derece içten ve anlamlı duyguları Şafak Türküsü'nde ölümsüzleşecekti:
"...
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet giderken darağacına
geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim!
gözleri değsin istemedim!
ağlayıp koklayacaktın,
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
ölmek ne garip şey anne
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş koparma anne, ağlama
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
..."
Bu muhteşem dizeler, yıllar sonra Ahmet Kaya'nın bestesi ile
yüreklere düşen kızıl bir ateş olacaktı..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder