7 Ağustos 2009 Cuma

ÖZGÜRLÜK

Özgürlük” herkesin ruhunu okşayan bir sihirli kelime. Bugün tarihte her zamankinden daha özgür olduğumuz fikri ise çok büyük bir yalan. Eskiden fiziksel kölelik vardı. Emeği karşılığı yiyecek ve barınak verilen o köleler, bugün asgari ücretli işçilerdir. Ücretli kölelik düzeninde ne yazık ki pek çok işçinin geliri, “özgür dünya”da bu en temel ihtiyaçlarını karşılamaya bile yetmiyor. Ortaçağın imparator ve kralları, modern zamanlarda yerini küresel dünyanın çok uluslu şirket patronlarına bıraktı. Sonuçları ne olursa olsun umursamadan karlarını artırmaya çalışan bir grup çok uluslu şirket patronu, eski zamanların krallarından farksız. Oyun, kuralları değişmiş olsa da aynen devam ediyor. Kölelik hep vardı, bugün de tek gerçeğimiz. Bunun farkında olmayışımızın sebebini ise Goethe, 200 yıl önce şöyle izah ediyor: “Kimse özgür olduğunu sanan köleler kadar umutsuzca köleleştirilmemiştir.

Artık sadece bireyler değil koca ülkeler bile köleleştiriliyor. Servetlerinin artırmak isteyen ve bu amaçla dünyanın en süper gücünü kullanan bu güçler, ilk olarak borçlandırma ve rüşvetlerle (iştah kabartan zenginlikleri yüzünden hedefe koydukları) “bağımsız” ülkelerin yerel yöneticilerini satınalma yöntemini denerler. İşbirliğine yanaşan liderler koltuğunu koruyup yağmadan payına düşeni alırken, “saygıdeğer” liderlerini heyecanla alkışlayan halkın
payına ise işsizlik, açlık, yüksek vergiler, geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısı düşecektir. Çünkü borç batağına sürüklenen bu ülkeler özelleştirmeler ile sahip oldukları her şeyi, hatta umutlarını yitirirler. Bu aşamada Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist taşeronu kurumlar ve John Perkins gibi (itiraflarıyla meşhur) ekonomik tetikçiler yeterlidir. Uzaklardan ibret verici tarihi bir örnek için bkz. Ekvator.. İşsizlik ve sefalet rekor seviyede. 2000’li yıllarda yıllık gelirinin yarısı borç ödemelerine ayrılmak zorunda.

İlk yöntemle işgal edemedikleri ülkelerin vatansever liderlerine karşı CIA eliyle suikast veya darbeler tezgahlarlar. Bu ikinci yöntem bugüne kadar en çok kullanılan ve son 50 yılda çok işe yarayan bir yöntemdir. Böylece yeni seçilecek lidere, işbirliği yapmazsa başına gelecekler uygulamalı olarak gösterilmiş olur. Bu noktada yarım kalan misyon, algoritma gibi birinci yönteme dönülerek tamamlanır. Askeri darbeler yerini bugün daha rafine ve sivil bir darbe yöntemi olan “Turuncu Devrim”lere bırakmıştır. Burada medya, modern reklam ve pazarlama teknikleri kullanılarak, işbirliği sözü veren lider adayı için seçimlerden önce kamuoyu oluşturma, ve antiemperyalist adaylara karşı ise karalama ve çamur atma kampanyaları yapılmaktadır. Satılık yazar ve aydın kılıklı hainler her ülkede kolayca bulunur.


Bu yöntemlerin hiçbiri işe yaramazsa, bu vahşi sistem en acımasız ve kanlı yönteme başvurur: Savaş.. Hedef tahtasındaki ülkeye “özgürlük ve demokrasi” ordu eliyle götürülecektir. Para ve kar temeli üzerine kurulan ahlaksız bir sistemde demokrasi hiç olabilirmiş gibi.. Bunun güncel bir örneği Irak’tır. Büyük bir yalanla, büyük bir gürültü ve milyarlarca dolar harcayarak gittiler, milyonlarca masum insanın katili oldular. İşgal tamamlandı. Bombalar ve katliamlar kimin umurunda? Üst düzey sorumlular, devlet başkanları nereye gitse bugün alkışla ve saygıyla karşılanıyor..

Murphy’nin “Altın Kural”ı her zaman geçerli: “Altını olan kuralı koyar”. Karanlıktan beslenen bu ahlaksız ve iğrenç sistemde saygı ve itibar için dürüst ve temiz olmak gerekmiyor. Sadece “Güçlü olmak” yeterli.. Peki suç kimde? Sadece katillerde mi yoksa biraz da düzeni besleyen, ülkesi ve kendisi için köleliğe razı olmuş insanlarda mı? Ahirette kötülerin cezasını bulacağı fikri ruhi mastürbasyondan, rahat bir uyku için gerekli manevi tatminden başka ne ki? Onların umurunda bile değil. Kimseye acımazlar. Sadece kendi ailelerini düşünürler. Onların gözünde halk, cepte harcanmak için tutulan nakit kadar değerli değildir.

Soykırımlar, açlık, işkence, linç türü vahşetler de oyunun bir parçasıdır. O kadar açgözlü ve acımasızlar ki yaşayabilecekleri tek yer olan dünyayı bile felakete sürüklüyor oldukları gerçeği onları durduramıyor. Toprak, hava ve su hızla kirleniyor. Nüfus artarken yaşam alanları daralıyor. Vahşi şirketler birliği patronları “nasıl olsa bize bişey olmaz” düşüncesiyle gidişata kayıtsız. Kaderine razı kitleler ise yaşananları tanrı’nın evrensel bir projesi (takdir-i ilahi) olarak görmekte. Tanrının bu adalatsiz sömürü sistemine nasıl izin verdiğini sorgulayan yok. “Her şey insana düzenlenen bir sınav, bu dünya geçici” diyen kör inanç ve cehalet iktidarda.


Hürriyet hakkınızı, yaşama sevincinizi, hatta canınızı elinizden alan ve sizi zavallı bir şekilde korkutarak köleleştiren bir inanç ile özgürlük birlikte olamaz. İnanmak öğretilmiştir. İnanmak kolaydır. İnanmak topluma uymaktır. Dışlanma ve yalnız bırakılma tehdidine karşı koruma ve güvenlik sağlar. İnsanlar kolay olanı seçer. Sürüden ayrılmak tehlikelidir. Sisteme yamanmak, riski en düşük, hatta garantili seçimdir. En güzel, en akıllı ve en yetenekliler için çok cazip ve avantajlı üst düzey kölelik pozisyonları açıktır. Şansından başka birşeyi olmayanlar da, güce tapar, otoriteye yanaşır ve bir fırsatını bulsam da ben de “USB’den beslensem” diye ah çekerek bakar. Her göreve razılardır fakat, bunlar sayıca ihtiyaçtan daha çoktur. Kalabalıktan seçilenler, bir parça kemik için sahibine yamanan köpekler gibi hemen itaatle efendisine boyun eğmeye, vefa ve minnetle her emri sorgulamadan yerine getirmeye başlar.

Oysa insan doğasında bu satılmışlık yoktur ve tüm kurumları ile yozlaşmış bir sistemle uyum içinde yaşamak, sağlıklı olmak demek değildir. Geçenlerde ABD’nin Utah eyaletinde 7 yaşında bir çocuk, babasıyla kiliseye gitmemek için evin otomobiliyle uzaklara kaçmış, "kırmızıda geçen şoförsüz bir otomobil gördük!” ihbarıyla bölgeye intikal eden polisleri de 70 km.’ye varan hızla aracı sürüp dakikalarca peşinden sürüklemişti. Bir evin önüne park edip bahçeye kaçan çocuğun görüntüleri olmasa bu haber inanılmaz. Hayali kahraman “Spiderman”lere inanmayan, bu özgür ruhlu zeki çocuklar, insanlığın kurtuluş umudu ve aydınlık yarınlarımız olabilir. Yeni çağın çocukları internette özgür ve doğru bilgiye ulaşma şansına sahiptir.

Yetişkinleri ise üç kategoriye ayıralım. Gerçeği bilmeyen ve sorgulamayan cahiller, özgürlük için sömürüye karşı savaşıp bu uğurda can verenler ve gerçeği görse dahi hayatta kalmak için sessizce itaat edip köleliği yaşayanlar. Bu son grup farklı olduğunu düşünse de, mükemmel örgütlü sistem için bir sinek vızıltısı bile olmayan kuzucuklardır ki bunlar bilinçsiz cahillerden çok daha büyük suç ortağıdırlar. Bunlar idealist, çalışkan ve eğitimli oldukları için genelde iyi işlerde çalışan, efendilerine daha çok kazandırıp kendileri de iri bir parça kemik kapabildiklerindan; aç ve cahil çoğunluk tarafından kıskanılır ve sefaletlerinin sorumlusu olarak afişe edilerek, fırsatını bulanlar tarafından linç edilmek istenirler. İşte bu kesim zamanla evrim geçirerek nihayetinde kendi can güvenliği için güçlü efendisinin arkasına saklanır da oradan liberalizm ve demokrasi diye anırıp durur. Evrim geçiremeyip özüne dönen bir avuç onurlu azınlık ise hak ve özgürlükler için, eşitlik için marjinal gruplarından kimsenin dinlemeyeceği sloganları atar durur. Özel gün ve anmalarda sahnede gaz bombası ve copu yiyeceği yeri çoktan hazırdır!. Onlar potansiyel “terörist” adayı ve sistemin “özgürlük karşıtı” olarak pazarladığı masum suçlularıdır. Hatta kötülük üzerine kurulu bir düzende, sadece iyi olmak hatasını işledikleri için kaybedenler tarafında kalırlar. Sistemin kolluğu, kendilerine bir işe yarama fırsatı verdikleri için bu gariplere ne kadar teşekkür etse azdır. Oysa gerçek teröristler pahalı elbiseler giyer ve hiçbir eylemden önce slogan atmazlar!. İşledikleri cinayetler "devlet sırrı" kapsamında gizlenir. Vergi mükelleflerinden gelen mali kaynaklarla her türlü olanak ve silaha sahiptirler. Sistem, kendi hesaplarına illegal iş çevirip de deşifre olanlar haricinde onların peşine düşmediğinden özgürdürler ve dokunulmazlıkları vardır.


Eski imparatorlukların yerini yeni tür imparatorluklar aldı. Artık yeni efendiler, bir avuç patrondan oluşan “Küresel Şirketler Birliği”. Milyonlarca kişi daha büyük servet sahibi olsunlar diye onlara çalışıyor. Milyonlarca askerden oluşan orduları yöneten devletleri, perde arkasından yönetiyor, politikalara yön vererek bireysel çıkarları için dünya savaşı çıkartmaktan bile kaçınmıyorlar. Önce ordulardaki askerlere şehirleri yıktırıyor, sonra şirketlerinde çalışan işçilere yeniden inşa ettiriyorlar. Çalışıyorlar.. Çalıştırıyorlar.. Boş durmayı pek sevmiyorlar!. Çünkü iş hacmi arttıkça karlar artıyor, servetler çoğalıyor.

Kişisel ihtiraslarının gerçekleştirilmesi vaadi karşılığında insanları yetenekleri ile eleyecek ve oyalayacak bir sistem işte kurulmuş durumda. Değerli birşeylere sahip olma arzusu ile gelecek kaygısı, sistemle işbirliği ve entegrasyona davetiye çıkarıyor. Güzel bir ev.. iyi bir otomobil, biraz nakit varlık fena mı olur? Tabi bunların bir bedeli var. İşbirliği yapacak ve kendini kanıtlayacaksın. En iyisi olacaksın ki efendin de gözünün içine baktığında hem sana bir parça kemik atsın, hem de sana yönelik fiziksel bir tehdit olduğunda, yasal silahlı kolluk güçleri ve (kendi sistemini korumak amacıyla yazdığı) kanunlarla emniyete aldığı bu, temelinde evrensel hukuk bulunmayan düzende seni korusun..

Ayrıca sistem o kadar da sıkıcı değil; insanların zihinlerini uyuşturup boş vakitlerinde eğlendirecek bazı şeyler de düşünülmüş: Sinema, futbol, video oyunları, müzik grupları vb. bunlardan sadece birkaçı. Bunları beğenmeyen maneviyatçı kesim için de “İlahi adalet” temelli, ibadete karşılık “her istediğinin anında gerçek olacağı bir cennet” vaatli tek tanrılı dinlerimiz var. Hatta alt tarikat ve mezhepleriyle de değişik liglerden değişik takımlar tutmak gibi zengin bir menü var bile diyebiliriz karşımızda. “Ey inananlar!, şimdi sistemin ahlaksız doğasından kaynaklanan dertlerinizi ibadetle yıkayın, yarın daha büyük sömürülere alet olacaksınız!.” Akıl sağlığınız için bu arınma, eğer futbol maçı veya sinema ile kafayı formatlayamadıysanız iyi bir alternatif olabilir.

Daha da olmadı yasal (alkol) veya yasadışı kafa buldurucular da mevcuttur. Yakalanmamak ve size verilen işleri (sağlığın bozulması gibi nedenlerle) aksatmamak kaydı ile bu kafa temizleyiciler seçenekler dahilindedir. ABD’nin tükettiği eroin Afganistan’da üretiliyordu. Taliban güçlenip afyon tarlalarını yakmaya başlayınca, istihbarat bilgileri dahilinde gerçekleşen 11 Eylül’ü bahane edip Afganistan’a saldırdılar. Bir Usame Bin Ladin’i hala bulamadılar! fakat, dünya eroininin %90’ını burada üretiyorlar. Her sene de yeni bir üretim rekoru kırılıyor!. Bu tür ticaretlerden aslan payını alan emperyalist güçler, zehir çarkının dönmesine ses çıkarmıyor.

Payını alamaz ise hakim kartele ölümcül darbeyi indirmek, Kolombiyalı meşhur kokain tüccarı Escobar örneğindeki gibi farz oluyor. O Escobar ki, operasyondan birkaç yıl önce affedilmesi karşılığı ülkesinin tüm borçlarını ödemeyi teklif etmişti. ABD’den günde (90'ların koşullarında) yarım milyon dolar kazanıyor ve bir kısmını getirip varoşlarda yerli halka minibüslerle dağıtıyordu. Fakat bu durum, tezgahtan nemalanamayanlar için hoş birşey değildi. Escobar’ı yok edip işbirliği yaptıkları yeni karteller kurdular. Bugün Kolombiya’dan Amerika’ya kokain ticareti eskiden olduğundan daha az değil. Fakat nedense peşinde oldukları bir Escobar yok!.. Yoksa her isteyen bu ticareti yapamasın ve kar marjları da yüksek olsun diye mi bu ticaret suç? Bu işi önlemenin tek yolu talebi azaltmaktır.

Her türlü kirli tezgahlarında işbirliği yapar ve uyum içinde çalışırsanız saygıdeğersiniz, yerel bi kralsınız. Eğer halkın ve ülkenizin çıkarlarını düşünüyorsanız teröristsiniz. Özgürlüğün sınırları işte bu. Ahlaksız işler çeviren gruplar, iş “ahlak ve vicdan” temasına gelince de mangalda kül bırakmıyor. Tanrıya en çok inanan ve “ahlak sahibi” olan onlar! Ekonomik güçleri ile senatör seçilip, bilimsel olmayan deli saçması batıl inançları (sistemi beslediği için) savunurken de, "seçilmek için zeka testi gerekmiyor ki!" diyebiliyorlar. Bu sahtekarlar çevirdikleri dolaplarda değil fakat, belki mabetlerde yaptıkları ayin ve ibadetlerde samimidirler diyeceğim de hiç içimden gelmiyor. Olsa olsa bu ancak bir maske ve kandırmacadır. Öyle olmasa da bu gösterilerin hiç gereği yok. Çünkü ahlakın kaynağı din değildir. İyi bir insan olmak için tanrının gazabıyla sindirilmek, veya "kaz gelecek yerden tavuğu esirgememe, bir koyup yirmi alma" mantığında iyilik yapmak hiç onurlu bir yol değil ki!.

Yalandan arındırılmış, ezberci olmayan, yaratıcılığı özgür bırakan, bilimsel ilkeler üzerine kurulmuş bir eğitim sistemi ve sağlıklı hayat koşulları sağlamak örnek bir insan yetiştirmek için yeterlidir. Aç bırakıp işkenceyle korkutarak terbiye etmek, hayvanlara uygulanan ilkel bir yöntemdir. Hem bizi doğal eğilimlerimiz için suçlayan ve cehennem ateşlerinde yakmakla tehdit eden dinlere, boyun eğerek nasıl özgür olabiliriz? Örneğin 1400 sene önce ölüp gitmiş Ebu Leheb’e, hala günde beş vakit beddua ederek ibadet etmemizi bekleyen kindar bir tanrı, nasıl bizi seviyor olabilir ve bizden de sevgi bekleyebilir?


Ey insanlar! sizi açlıkla terbiye eden görünür veya görünmez efendilerinize karşı duramazsanız nasıl özgürleşebilirsiniz? Tanrı insanın hayal gücünün bir eseridir. Özgürlükleri kısıtlayıcı her din, kişisel ve sosyal gelişimin önünde bir engeldir. İnsan, kendi kurduğu tuzağa düşerek özgürlük peşinde koştuğu evrimsel süreç sonunda maalesef umulmadık bir şekilde köleliğine razı olmuştur. Sadece ölümden korkmak, veya sonsuz yaşama arzusu ile bunu açıklayabilir miyiz?

Yaratıcı ve üretken zekasını “off” konumuna alarak; önlenebilir afet, hastalık ve açlık karşısında eylemsiz ve aciz kalıp, bunları “tanrının öfkesi” olarak kabul etmesi, kendisine hayatı ve yaşam alanı sağlayan dünyaya ihanet ederek, sahte cennetler peşinde vurgunculuk (spekülatörlük) yapması gönüllü bir kölelikten başka birşey midir? Bu kadar içiçe geçmiş kirli ittifaklar varken bu canavarlaşan sistem nasıl durdurulabilir. Herkesten ve her şeyden kaçmadan nasıl özgür olunabilir? Yüreğinde büyük yalanlara karşı isyan ateşi olmadan nasıl özgür olunabilir?.. Korkak insan özgür olamaz. Koyun sürüsündeki bir kuzu gibi itaatkar olur. Sadece izler ve taklit eder. En baştaki uçurumdan aşağı atlayınca, sürünün kalanı da sırayla peşinden atlayıp, topluca intihar eden koyunlar gibi..

Eşitsizlik, adaletsizlik, hırsızlık, hukuksuzluk, yalan ve ahlaksızlık bu kadar revaçta iken; sadece itaat ederek ve kul olarak kitlesel mutluluklar yaşanabiliyorsa, “Özgürlük” ne demek?? Hem insanların iş, eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçları için ahlaksız ve haksız bir rekabete zorlandığı, hatta açlıktan öldüğü veya birbirini Ruanda'da ve Çin’deki gibi vahşice linç ettiği bir dünyada insanlığından utanmayan bireyler “özgür” olsalar ne olur, olmasalar ne olur?

Kimse kendini kandırmasın. Özgürlük yalan, kölelik gerçek..

8 yorum:

  1. eşitsizlik,adalet,hırsızlık,hukuksuzluk,yalan ve ahlaksızlık bu kadar revaçta iken tek doğru bu yazdıklarınız.Ama tabi görebilenlere...yeni yazılarınızı merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Yazim bicimi ve kaynak gosterimi olarak oldukca basarili ve daha da onemlisi kendi icerisinde tutarli bir yazi. Gunumus sisteminin mesruiyetini yitirdigi aciktir. Bu zaten yazida vurgulanmis. Benim deginmek istedigim iki husus var. Birincisi gunumuz sartlarinda en buyuk tepkinin bilgisayarinin basinda oturan, okumayan ve politikayi arastirmayan milyonlardan geldigini dusunuyorum. Bu sizin belirttiginiz eylem yapanlarin aksine bir soylem. Eylemler duzeni rayina sokmadigi, evirmedigi gibi yeri gelince onun en temel bahanesi oluyor yaptiklari gunahlara karsi. Yonetimler bu eylemleri ornek gostererek demokrasi yalaninin arkasina saklanmaktadir. Adeta kendilerini hakli cikartircasina iste size dusunce ve konusma ozgurlugu verdik demektedir. Tabi global olarak buda sistemin bir parcasidir. Ama bilgisayari basindaki milyonlar kendi duzenlerini kurmuslardir, sinirlari ortadan kaldirmislar, irk kavramindan iyi kotu arinmislardir.

    Deginmek istedigim ikinci nokta tamamen dunya kaynaklari uzerinedir. Gunumuz sosyal yanlisliklarindan zaten yazi deginmis. Ben kuresel isinmaya ve kaynaklarin paylasimina deginmek istiyorum. Benimde icinde bulundugum akademik cevreden dinledigim kadariyla kuresel isinma konusunda zaten ipin ucu kacti. Ve diger bir gercek dunyadaki kaynaklarin 20 yil icinde, birakin bugunku nufus olan 8 milyar insanin, avrupa ve abd nin ihtiyacini bile karsilayamacagi yonunde. Bu sartlar altinda sosyal ve politik bir cozum yolu bulmak zaten imkansiz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız. Dünya vahşi kapitalizm tarafından acımasızca tüketiliyor. Bir zaman gelecek kaynaklar için 3. Dünya Savaşı çıkacak. Çinli insanlar da Amerikalılar gibi yaşasa bugün 6 tane daha dünya lazım olurdu yetmesi için. Tehlike büyüyor..

      Sil
  3. hayatımda gördüğüm en güzel ve gerçekçi yazı. sanıyorum yeni bir türk araştırmacı azar doğuyor
    Esra

    YanıtlaSil
  4. Sizi tebrik ederim çok gerçekçi yazıyorsunuz. hoca mısınız. Sanıyorum profesyonelsiniz. yazılarınızı ilgiyle bekliyorum.

    YanıtlaSil
  5. teşekkürler.eskiden fiziksel kölelik vardı şimdi ise zihinsel kölelik var.

    YanıtlaSil
  6. ebu leheb
    Hz. Peygamber'in amcası, aynı zamanda onun en şiddetli düşmanı.

    Kureyş eşrafından ve Peygamber efendimizin amcası olan Ebû Leheb'in asıl adı, Abdüluzzâ b. Abdulmuttalib b. Hâşim'dir. Onun için "Alev babası" (yani cehennemlik) manasına gelen Ebû Leheb lâkabı müslümanlar tarafından kullanıldığı gibi Kur'an'da da geçmektedir.

    Kendisi, Hz. Peygamber'e ve güçsüz müslümanlara eziyetler eder, karısı Ümmü Cemil binti Harb da Rasûlullah'ın geçeceği yollara dikenler atardı. Peygamber efendimiz, "Önce en yakın akrabanı uyar!" (eş-Şuarâ', 26/214) veya "Emrolunduğunu açık açık anlat!" (el-Hicr, 15/94) âyeti nâzil olunca Safâ tepesine çıkarak Mekkelileri uyarmıştı. Bu sırada Ebû Leheb yerden bir çakıl alarak Hz. Peygamber'e fırlatmış ve, "Kahrolasıca (tebben lek)! Bizi bunun için mi topladın?!" demişti. Bunun üzerine şu âyetleri ihtivâ eden Tebbet Sûresi nâzil oldu: "Ebû Leheb'in elleri kurusun, kendisi de kahrolsun! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Yakında kendisi alevli ateşe atılacak. Karısı da boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde odun taşıyacaktır." (Tebbet, 111/ 1 vd.)

    Şurası dikkat çekicidir ki Mekke müşrikleri arasında Kur'an-ı Kerim'de ismi açıkça zikredilerek lânetlenilen tek kişi, Ebû Leheb'tir ve Hz. Peygamber'in öz amcası olması ona hiçbir fayda sağlamamıştır.

    Daha sonraki dönemlerde de hep İslâm'a karşı müşriklerin yanında, hattâ başında yeralan Ebû Leheb, bazı rivâyetlere göre hasta olduğu için, bazı rivâyetlere göre ise kızkardeşi Âtike'nin gördüğü kötü bir rüya sebebiyle Bedir harbine bizzat iştirak etmemiş, ancak yerine ücretini vererek bir asker göndermiştir. Bedir hezimeti kendisine haber verildiği zaman son derece üzülmüş, yedi gün gibi çok kısa bir süre sonra da Mekke'de ölmüştür. Ölümünde oğulları dahi cesedini kaldırmaya yanaşamamışlar, kokuşuncaya kadar ortada kaldıktan sonra merasim yapmadan alelacele gömmüşlerdir.

    Ebû Leheb, son derece zengin, iri cüsseli, kırmızı yüzlü, çabuk hiddetlenen birisi idi.

    YanıtlaSil
  7. Bloğunuzda ki içerikler çok güzel devamını bekliyoruz. Php tasarim firması olarak teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil